top of page

Ortada Kalmak


Zevk ve Acı, Kazanç ve Kayıp, Ün ve İtibarsızlık, Övgü ve Suçlama

Her şeyin daima değişmekte olduğu bir dünyada, geçici zevklere tutunmaya ve rahatsızlıklardan kaçınmaya çalışırız. Stratejilerimiz güvenilir değildir. Güvende ve mutlu hissetme yöntemimiz hayatın gerçeklerine ters düşmektedir.

Yaşamdaki başlıca uğraşlarımıza, neyi ümit ettiğimize, neden korktuğumuza işaret eder ve durumumuzun doğasından gelen belirsizlikten nasıl sürekli kaçmaya çalıştığımızı, ayağımızı sağlam bir zemine basmak için nasıl sürekli uğraştığımızı gösterir; Sekiz Dünyevi Kaygı!

Zevk ve Acı ; Kazanç ve Kayıp; Ün ve İtibarsızlık; Övgü ve Suçlama

Zevk isteriz, acı istemeyiz. Bunlara bağımlılığımız iki uçtada çok güçlü ve ilkeldir. An’da kalmadan, bir zevkin peşinden bir ömür boyu koşabilir, acıdan kaçabiliriz. Ama bir noktada, özgürleşmenin acıdan kaçınmaya çalışmaktan daha fazlası olduğu, kalıcı mutluluğun, geçici zevkler, kısa süreli rahatlamalar peşinde koşmaktan daha fazlası olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz.

Kazanç ve kayba bağlılığımız ise bizi hayat yarışında tutar. Sahip olduğumuz para ve sahip olmadığımız para, dünyanın bütün ülkelerinde hem varsılları hem de yoksulları, hem de arada kalan herkesi meşgul eder. Kazanç ve kayıp, aynı zamanda sahip olduğumuz ya da olmadığımız şeyler ile, bir şeylere sahip olma güdüsü (bazıları buna alışveriş terapisi der) ve hayatta sahip olduğumuz ve olmadığımız pozisyonlar ile ilgili olabilir. Rekabet, genellikle de amansız bir rekabet, bugün toplumumuzda acı verici bir düzeydedir. Bunu siyasette, sporda, iş dünyasında ve hatta arkadaşlıklarda bile görebiliriz.

Ün ve itibarsızlık da kesinlikle pusuda beklemektedir. Birçok insan ünlü olacak konumda değildir, ama bu ikiliği iyi bir isim sahibi olmak, insanların bizim hakkımızda iyi düşünmesi ve itibarımızı kaybetmek istememek olarak ele alabiliriz. Pek çoğumuz için bu çok derinlerde yatan bir duygudur. Bazılarımız için yaptığımız ve söylediğimiz her şey başkalarının bizim hakkımızda iyi düşünmesi, hayranlık uyandırmak ve küçümsenmemek içindir. İtibar, kumdan kale gibidir. Biz onu inşa eder, güzelce süsler ve onunla gurur duyarız; ama deniz yükseldiğinde hepsini alıp götürür. Siyasetçilerin ya da ruhani öğretmenlerin cinsel suistimal nedeniyle itibarlarını bir gecede kaybetmeleri gibi. Ve ün sahibi olunduğunda bile, bu, insanlara beklenen mutluluğu getirir mi ? Servet ve üne sahip olup Michael Jackson, Marilyn Manroe ve Elvis gibi mutsuz olmanın ne kadar yaygın olduğunu düşünün.

Son olarak da övgü ve suçlamaya bağımlılığımızı düşünelim. İltifat almak ister ve eleştirilmek istemeyiz. Bazı insanlar iyi bir iş çıkarttıklarında alacakları aferin ile havaya uçar, ama yapıcı bile olsa eleştiri aldıklarında yıkılırlar. Övgü ve eleştiri rüzgarlarıyla kolaylıkla eğilip bükülebiliriz.

Peki, ya biz kendimizi ortada kalma, yani rahat olanın peşinden gitme ile rahat olmayandan kaçma arasında, hiçbir şeye tutunamadığımız o açık alanda kalmak konusunda eğitirsek ?

Zevk ve acı’nın, insanların ne düşündüğünün, kazanıp kaybetmenin, iyi ya da kötü bir isim yapmanın tiranlığından kurtulmak için çaba göstermeye hazır mıyız ?

Vizyoner dahi Steve Jobs, kanser olduğunu öğrendikten sonra bu dünyevi kaygılardan kurtulma konusunda şunları söylemiştir;

“Kısa bir süre sonra öleceğimi hatırlamak yaşamda önemli tercihler yaparken bana yardımcı olan en önemli araç oldu. Çünkü neredeyse her şey, tüm dışsal beklentiler, tüm gururlar, tüm utanç ve başarısızlık korkuları, ölüm karşısında uçup gidiyor ve geriye gerçekten önemli olan şey kalıyor. Öleceğinizi hatırlamak, kaybedecek bir şeyinizin olduğunu düşünme tuzağından kaçınmak için bildiğim en iyi yol. Zaten çıplaksınız. Yüreğinizin götürdüğü yere gitmemeniz için hiçbir sebep yok.”

Sekiz Dünyevi Kaygı, özünde, sadece eski moda bir hayatta kalma mekanizmasıdır. Bu anlamda hala çok ilkel bir düzeyde ve umut ve korkunun insafına kalmış şekilde yaşarız. Acıdan uzaklaşma ve zevk arayışı, bizi yenmekten, kışın soğuktan donarak ölmekten korumuş, yiyecek bulma ve kendimizi giydirme konusunda arayışlarımıza devam etmemizi sağlamıştır. Bu, Atalarımızın oldukça işine yaramıştır ama şu anda bizim için o kadar da faydalı değildir. Aslında bizler ortada bir ölüm kalım meselesi olmadığında bile aşırı tepkiler vermeye devam ederiz. Konu belki de bir gecikme faizi iken, sanki varoluşumuz tehdit altındaymış gibi davranırız. İstediklerimiz ve istemediklerimiz arasında gidip gelen pinpon topları gibiyiz ve başka seçenekleri denemenin zamanı geldi de geçiyor bile.

Aslında bizler daima iki arada bir derede, daima süreçteyizdir. Asla tam olarak varamayız. Yaşamlarımızın dinamizmi ile anda olduğumuzda, aynı zamanda geçicilik, belirsizlik ve değişimle de anda oluruz. Anda kalabilirsek, sonunda zevk ya da acımızın nesnelerinde, kazanmada ya da kaybetmede, övgü ya da eleştiride, iyi ya da kötü bir günde, herhangi bir güvence ya da değişmezlik olmadığını anlarız.

Oyun planı yapmadan yaşamak, umut ve korkunun dizginlerinden kurtulup yaşama becerimize güvenimizi artırır.

Gerçekten an’da olmak, bir kapıdan geçerken, bir adım atarken, ellerinizi ya da bulaşıkları yıkarken anda olmak, tetiklenmek için, demlenmek için, duygu ve düşüncelerinizin gelgitleri için anda olmak istersiniz. Günler geçtikçe takılıp kaldığınız anları daha çabuk farkettiğinizi görürsünüz ve kaçınmak kolaylaşır. Bunu yapmaya devam ederseniz bir tür deri değiştirme gerçekleşir; eski alışkanlıklar, zevk ve acı tarafından sürüklenme, sekiz dünyevi kaygının esiri olma durumları üzerinizden atılır.

Uyanma, kendimizi inşa etme değil, kendimizi bırakma sürecidir. Bu ortada, paradoksal, muğlak, potansiyel dolu, yeni düşünme ve görme biçimleriyle dolu o orta yerde durup, bundan sonra yaşanacaklarla ilgili hiçbir garanti belgesi olmadan rahat olma sürecidir.

Pema Chödrön

bottom of page