top of page

Farkındalığın Işığı


J. Krishnamurti, Farkındalığın Işığı

StartFragment

Görüşlerini, bakış açısını çok değerli bulduğum J. Krishnamurti’nin 1981 ve 1982 yıllarında, Hindistan, ABD, İngiltere ve İsviçre’deki konuşmalarından derlediğim bir yazı. “35 yıl önce” ile “Bugün” ; “35 yıl önceki insanlık” ile “Bugünkü İnsanlık” arasında gidip geleceğinizi tahmin ediyorum! Her bir bölümün ince detayında duyduğum his, sizler için derleme ve sizlerle paylaşma nedenim oldu.

Her şey doğası gereği tamamlanmak, bütünleşmek, bir olmak ister. Tüm dikkatimizi vermediğimiz için tamamlanmayan AN, daha sonra tamamlanmak umuduyla bellekte “kaset” olarak kayda geçer. Bu kasetler öylesine çoğalır ki, zamanla insanın tüm yaşamı kasetlerle yönetilir hale gelir ve kişi robotlaşır. Peki kaydetmemek, kaset oluşturmamak mümkün müdür ?

Bu çok ciddi bir sorundur. Dün sabah güneşin doğuşunu seyretmiş olabilirsiniz. Sarı ışıklarını ağaçların yapraklarına yansıttığını görmüş olabilirsiniz, bahçenizin çimenlerinde ilk oluşmaya başlayan gölgelerin zevkine varmış olabilirsiniz. Bu nefis gün doğumu beyninizde kayda geçer. Kişi, kendisine bu son derece haz veren görüntüyü kayda geçirmiştir ve bu kayıt teyp kaseti gibi tekrar tekrar çalar. Psikolojik zamanın özü budur.

Peki hiç kaydetmemek mümkün müdür ?

Bugün gün doğumuna bakarken tüm farkındalığınızı ona verirseniz, sarı ışığın çimenlerde gölgelerini dikkatle gözlemlerseniz an belleğe yerleşmez! Bir şeye tüm farkındalık ile bakıldığında kayıt olmaz. Farkındalığın ışığı tüm kaydetme mekanizmasını iptal eder.

 

Zaman ve düşünce acının kaynağıdır. Anılar ve zaman kişinin yaşamının merkezi olduğunda, kişi anılarla yaşadığında, anılara dönerek gözyaşı döker. Her an anda yaşanırsa anılara dönülemez. Hiç, kimseye özgürce, açıkça, hiçbir söz, hiçbir imaj olmaksızın baktınız mı ? Hiç, bir ağacın güzelliğine, yapraklarının dökülmesine baktınız mı ? Nasıl gözlemleneceğini birlikte öğrenebilir miyiz ? Kafanız yarın yazacağınız yazıyla, pişireceğiniz yemekle, işinizle, seksle, başkalarının ne dediği ile meşgul ise görsel olarak gözlemleyemezsiniz.

Binlerce yıldır çelişkilerle, itaatle, sürü bilinciyle, taklit ederek, tekrar ederek yaşadık. Zihinlerimiz olağanüstü bir biçimde köreldi. Başkalarının söylediklerini tekrarlayan, ne söyleyip ne söylemediklerini tartışan, ikinci el insanlar haline geldik. Kendi davranışlarımızdan öğrenme kapasitemizi ve enerjimizi yitirdik.

 

Çoğumuz bir şeyden ya da bir şeylerden korkuyoruz; karınızdan ya da kocanızdan korkabilirsiniz, işinizi kaybetmekten, yaşlılıkta güvenceniz olmayışından, başkalarının sizin hakkında olumsuz düşünmelerinden (korkunun en aptalca olanı budur), karanlıktan vb. korkabilirsiniz.

Çoğumuz zihnimizin derinliklerinde korkularla doluyuz; gelecek korkusu, geçmiş korkusu, anın korkusu, ölüm korkusu vb. Korku bir çok dalları olan kocaman bir ağaç gibidir. Yalnızca dalları kesmek yetmez, korkunun köküne inmelisiniz.

Korkunun nedenlerinden biri kıyaslamadır; kendinizi bir başkası ile kıyaslama.. Kendinizi ne olduğunuz ile ne olmanız gerektiği arasında kıyaslarsınız. Kıyaslamanın amacı taklit etmek ve uyum sağlamaktır. Kültürümüz ve eğitim sistemimiz sürekli olarak bizi bir şey olmaya yönlendiriyor. Fakir insan zengin olmak istiyor, zengin insan daha fazla güç sahibi olmayı istiyor.

Korkunun bir diğer nedeni arzudur. Arzunun olduğu yerde mutlaka çatışma, rekabet, mücadele vardır. Arzu duyulardan kaynaklanır. Örneğin, görme duyusuyla düşünce bir imaj yaratır. Görme duyusunun yarattığı bu düşünce hareketi arzunun başlangıcıdır. Güzel bir araba görürsünüz ve düşünce sizin bu arabanın içinde olduğunuza dair bir imaj yaratır ve bu imaj arzunun başlangıcıdır.

 

“Düşmanı gördüm; düşman benmişim!”

 

“Farkındalığın olduğu yerde tepki olmaz”

 

Özgürlük, adalet ve iyilik, bu üç şey, insanlığın uygarlık tarihi boyunca peşinden koştuğu ama çözümünü bulamadığı üç soru! – özellikle “adalet”... Kimi zeki, kimi değil; kimi güçlü kimi değil; kimi dünyayı dolaşarak önemli insanlar ile tanışıyor, kimi küçük bir kasabanın küçük bir odasında ömür boyu çalışıyor. Adalet nerede ? Kimi başbakan, kimi uluslararası bir şirketin başı oluyor; kimi ömür boyu bir işçi olarak kalıyor. Dünyadaki dışsal eşitlik çabaları adaleti getirecek mi ? Ya da Adalet bunlardan başka bir yerde mi ?

Adalet bütün olmak, entegre olmak, parçalanmamış olmak, onurlu olmak anlamına gelir. Bu da ancak kıyaslamanın olmadığı yerde mümkündür. Ama daima kıyaslıyoruz. Daha iyi ev, daha iyi araba, daha iyi konum, daha fazla güç vb. Kıyas bir ölçüm. Ölçümün olduğu yerde adalet olmaz. Taklidin, biçimciliğin olduğu yerde, çoğunluğun doğru düşündüğü varsayıldığı yerde adalet olamaz.

 

... Çoğumuz farkındalığın üzerinde çalışılması gereken gizemli bir şey olduğunu ve her gün farkındalık hakkında konuşmak için bir araya gelinmesi gerektiğini düşünürüz. Bu yolla asla farkındalığa varamazsınız. Bir yolun kavisi, bir ağacın formu, başka birinin giysilerinin rengi, dağların mavi gökyüzüyle uyumu, bir çiçeğin zarafeti, yoldan geçen birinin yüzündeki acı, umursamazlık, haset, başkalarının kıskançlıkları, dünyanın güzelliği gibi dış unsurların farkındaysan, ve tüm bu dış unsurları yargılamadan, seçim yapmadan görebiliyorsan, işte o zaman iç farkındalığın akıntısıyla aynı yönde gidiyorsun demektir. Bu durumda kendi tepkilerinin, dar kafalılığının ve kıskançlıklarının da farkında varacaksın. Dış farkındalıktan içtekine varacaksın, ama, dıştakinden habersizsen büyük ihtimal iç farkındalığa da ulaşamazsın.

Zihnin ve bedeninin her eyleminin içten farkındaysan, düşüncelerinin bilinçli ya da bilinçsiz, gizli ve apaçık duygularının farkındaysan, işte o zaman bu farkındalıktan, zihninin toparlayıp yönlendirmediği bir berraklık doğar. Bu berraklık olmadan istediğin kadar uğraş, yeri göğü, derinlikleri araştır, yine de neyin gerçek olduğunu asla bulamazsın.

J. Krishnamurti

EndFragment

bottom of page