Endüstri çağı’ndaki ekonomik başarının temel varlığı ve başlıca itici öğeleri makineler ve sermayeydi. Yani "nesne". İnsanlar gerekliydi, ama yerleri doldurulabilirdi. Pek önemi olmayan kol gücüyle çalışanları kontrol edebilir ve istediğiniz gibi kullanabilirdiniz. Arz talebi geçmişti. Rahatlıkla, katı prosedürlere uyacak daha fazla kişi bulabilirdiniz. İnsanlar nesne gibiydiler. İnsanın sadece bedenini isterseniz ve zihnini, kalbini ya da ruhunu aslında istemiyorsanız, onu nesneye indirgemişsinizdir demektir.
Çağdaş yönetim uygulamalarımızın büyük çoğunluğu Endüstri Çağı’ndan kaynaklanır. Bize insanları kontrol etmek ve yönetmek zorunda olduğumuz inancını verdi.
İnsanları masraf, makineleri varlık haline getiren muhasebe görüşümüzü verdi; İnsanlar kar-zarar tablosu’na gider olarak konuyor, ekipman ise yatırım olarak bilançoda yer alıyor.
Bize ‘havuç ve sopa’ motivasyon felsefemizi, önce bir havuçla motive eden, arkadan da sopayla dürten ödül ve ceza tekniğini verdi.
Bize, eğilimlerin bilinen rakamlara dayanarak geleceğe yönelik tahmin edildiği ve hiyerarşilerle bürokrasilerin bu rakamları elde etme uyarısına uyacak şekilde oluşturulduğu, merkezi bütçeleme verdi. Bu harcayalım ki, gelecek yıl kaybetmeyelim tipi ve bölümünün arkasını kollamaya dayanan sırt sıvazlayıcı kültürler oluşturan modası geçmiş tepkisel süreçtir.
Günümüzde yöneticiler, bilgi çalışanlarına hala Endüstri Çağı denetim modelini uyguluyorlar. Yetki sahibi konumunda birçok kişi çalışanların gerçek değerini ve potansiyelini görmediği ve insanın doğasına ilişkin eksiksiz, doğru bir anlayışa sahip olmadığı, insanları nesne gibi yönetiyor. Bu bilgi noksanlığı aynı zamanda onları, insanların en yüksek motivasyonları, yetenekleri ve dehalarına ulaşmaktan da alıkoyuyor.
Bugün insana eşya gibi davrandığınızda ne oluyor ?
Onun onurunu kırıp yabancılaştırıyor, işi kişiliksizleştiriyor ve düşük güvenli, kavgacı kültürler yaratıyor.
Peki, ergenlik çağındaki çocuğunuza nesne gibi davrandığınızda ne oluyor ?
Bu da onu, değerli aile ilişkilerini hor görerek, ilişkiye yabancılaştırıyor, kişiliksizleştiriyor ve güven azalması, kavga ve isyan yaratıyor.
Harris Anketi'nin yaratıcıları Harris Interactive, 23bin çalışan üzerinde gerçekleştirilen ankette çarpıcı sonuçlar elde etmiştir;
Çalışanların,
Yalnızca %37'si kurumunun başarmayı hedeflediğinin ne olduğuna ve bunun sebebine ilişkin net bilgiye sahip olduğunu söylemiştir.
Yalnızca beşte biri takımının ve kurumunun hedefleri konusunda istek ve şevk doludur.
Yalnızca %15'i kurumun önemli hedeflerini yürürlüğe koymakta kendisine imkan verildiğini hissetmektedir.
Yalnızca %15'i güven duygusu yüksek bir ortamda çalıştığını hissetmiştir.
Yalnızca %17'si kurumunun farklı fikirlere saygılı, yeni ve daha iyi fikirler üreten açık iletişimi beslediğini hissetmiştir.
Yalnızca %13'ü diğer gruplar ve bölümlerle yüksek güven duygusu, yüksek işbirliği içeren iş ilişkilerine sahiptir.
Temel gerçek şu; insan motive edilmesi ve kontrol edilmesi gereken bir nesne değildir. Beden, zihin, kalp ve ruh olmak üzere dört boyutludur.
Stephen Covey’in yukarıda çok özel anlatımı ile tanımladığı ve genel bir çerçevesini çizdiği günümüzün gerçek sıkıntılarını yansıtan bu sorunları çözmemize vesile olacak yani nasıl sorusuna cevap olacak bir çok yolu, yazarın “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” ve “8’inci Alışkanlık” kitapları ile bulabilirsiniz. Okumanızı tavsiye ederim.