top of page

Zihnimizin Gevezeliği


Zihnimizin Gevezeliği

İnsanoğlu'nun yaşadığı sürece yapmaya hiç ara veremeyeceği iki süreç vardır: Nefes almak ve düşünmek. Aslında nefesimizi, düşünmeden durabileceğimizden daha uzun süre tutabiliriz. Düşünüldüğünde, düşünmeyi bırakma, düşünceyi durdurma konusundaki bu yetersizliğimiz dehşet verici bir kısıtlamadır. George Steiner...

Beynimiz düşünceler üreten olağanüstü bir makinedir. Olağanüstüdür ama durdurulması çok zordur. Uyandığımız anda düşünce üretimi başlar. Sabah olduğunda uyanmak, düşünmeye daha doğrusu düşünceler akımının saldırısına uğramaya başlamak demektir. Bu düşünceler bize her şeyden söz ederler; geçmişten, gelecekten. Şimdiki zamandan ise bahsettikleri ise nadiren olur.

Bundan dolayı da, bizim adımıza düşünmek dediğimiz şey de aslında düşünce üretmek değil (çünkü bu hareket bizim irademiz ve müdahalemiz dışında olmaktadır), düşüncelerimizi ayıklamak, düzenlemek, önem sırasına koymak, içlerinden bazılarını elemeye, bazılarının da üzerinde odaklanmaya, onları geliştirmeye çalışmaktır.

"Bilinç hüküm sürer ama yönetmez" demiştir, Paul Valery...

"Düşüncelerin akımını, sürekli hareket halinde olup daldan dala atlayan maymun sürelerine benzetiyor, Matthieu Ricard...

Ne kargaşa! Kafa karışıklığı için ne büyük bir tehlike! Peki ne yapmalı? Bu hareketin durdurulması olanaksız, kontrol edilmesi de oldukça güçtür. İşin tehlikesiyse bu dağınıklığın yerine tek bir düşünce üzerinde yoğunlaşmayı koymaktır. Bunun adına da takıntı denir. Ve kesinlikle daha iyi değildir!

Daha farklı yollar geliştirmemiz mümkündür.

Tam farkındalık içinde düşüncelerimizin akımından kaçmayı ya da onları durdurmayı istemekten vazgeçebiliriz.

Yana doğru bir adım atarak: Düşünmek ve kendini düşünürken görmek...

Düşünceler sorun değildir, sorun olan dağınıklığın, zihinsel hareketliliğin ve özellikle de (düşünceler ile gerçeklik arasındaki) kafa karışıklığı ile bağlanmanın (bütün düşüncelerini ciddiye alma durumunun) farkına varmamaktır. Sorun, düşüncelerin içeriği ya da hareketi değildir, bizim onlarla olan ilişkimizdir. Onlara engel olmayı istememeliyiz, onları uzaklaştırmaya çalışmamalıyız. Ama aynı zamanda onları takip de etmemeli, onlara boyun eğmemeli, bize istediklerini yaptırmalarına göz yummamalıyız. Onları kabul etmeli ve genişlemiş bir farkındalık içinde gözlemlemeliyiz. Bir de onları beslemekten vazgeçmeliyiz.

Alıştırma yaptıkça, yavaş yavaş, düşüncelerimizin yalnızca birer düşünceden ibaret olduklarını daha iyi görmeye başlarız. Onların geçici birer zihinsel olgu olduklarını, kalıcı kesinlikler olmadıklarını daha iyi belirleyebiliriz. Ortaya çıkışlarını gördüğümüz gibi, eğer peşlerinden gitmezsek çoğu zaman yok olup gidişlerini de görebiliriz. Sonra geri gelişlerini ve yeniden gidişlerini de. Yaşayarak bu deneyimi kazanmak yalnızca bilmekten çok daha güçlü bir öğrenmeyi temsil eder: Düşüncelerimizin yalnızca birer düşünce olduklarını biliriz ama bizi kendi yollarına çektikleri zaman bu bilgi çok da işimize yaramaz. Zihinsel olana karşı böyle bir mesafe almamıza, düşüncelerimizin kendi kendilerini yok etmelerine izin verme alışkanlığı kazanmamıza yalnızca düzenli alıştırma ve deneyim yardımcı olabilir.

İnsanın kendi kendine "yaşamım çok mutsuz" demesiyle, "yaşamımın çok mutsuz olduğunu düşünüyorum" demesi aynı şey değildir. Düşüncelerimi zihnimin birer olgusu olarak tanımlayabildiğimde onların içlerinde her zaman onaylamadığım çok fazla değer yargısı, iştem dışı düşünce ve dürtü taşıdıklarını daha iyi görebilirim. İnsanın kendini zihninden ayrı tutmasına yönelik bu bir bakıma tuhaf deneyim, zihninin tuzağına düşmemek uğruna ondan yararlanmaya yönelik bu çaba tam farkındalığın bize sunduğu şeydir. Tam farkındalık bana bir düşünme alanı açmayı, bir mesafe alma ve gözlemleme deneyimi geliştirmeyi öğretir. Tıpkı bir davette fondaki gürültülerle ilgimi çekmekte olan bir sohbet arasında ayrım yapmayı öğretir gibi, aradaki ayrımı fark etmeyi öğretir. Ya da bunun yerine açık havaya çıkıp kargaşayı geride bırakarak, gecenin seslerine kulak vermeyi tercih etmek gibi...

bottom of page