top of page

Suyun altındakiler...


Suyun altındakiler

Kimyasal atıklar vardır: Besinleri, havayı, suları kirletir. Bir de ruhsal atıklar vardır ki bunlar da zihnimizi kirletir, mahremiyetimize tecavüz eder, iç dengemizi yerinden oynatırlar. Sloganlar, reklamlar ve diğer ticari yönlendirmeler: Çok ve çeşitli hasarlara yol açtığını bildiğimiz bu psikotoksik maddecilik üzerine pek çok inceleme yapılmıştır. Örneğin, dikkatin, farkındalığın ve iç dünyaların hırsızlığı.

Dikkatimiz hiç durmaksızın ele geçirilmekte, yakalanmakta ve sonuç olarak parçalanmakta ve bölünmektedir. Sonunda zihnimiz gürültülü olana, yanıp sönene, kolay olana, önceden sindirilmiş ve önceden düşünülmüş olana "tiryaki" hale gelebilir.

Zihnimiz, gereksiz düşünceler, yöntemler ve içeriklerle dolup taşıyor. Karşımıza çıkan reklamları okumak, "daha ucuz" olan ile "çok daha ucuz" olan arasında tüketim tercihleri yapmak, "iyi bir alışveriş" yapabilmek uğruna çok fazla enerji harcamak, sürekli dönüp duran ve günden güne kendini tekrar eden haberlere boğulmak...

Gitgide daha fazla dışarının cazibesine ve dikkatimizi dağıtmasına maruz kalıyoruz. Nasıl sözün duyulabilmesi için sessizlik gerekiyorsa, farkındalığın ve iç dünyanın ortaya çıkabilmesi için de zihinsel alana gerek var.

Farkındalığımızın sabit diski çok fazla gereksiz şey ile yüklüdür.

Çünkü farkındalık iç dünyaya aittir. Dışarıdakinin peşinden ne kadar çok koşarsak, farkındalıktan o kadar uzaklaşırız. Bu nedenle de bütün bu dikkat ve farkındalık hırsızlıkları, iç dünyamızda bozulmalara yol açar. Düşüncelerimizin de kısalmasına neden olurlar.

Tiziano Terzani'nin dediği gibi "Bugün fazlasıyla uyarılır haldeyiz, o kadar ki zihnimiz asla huzur bulamıyor. Televizyonun gürültüsü, arabadaki radyonun sesi, çalan telefon, önümüzden geçip giden otobüsün üzerindeki reklam panosu. Uzun süreli düşüncelere sahip olamıyoruz. Düşüncelerimiz kısa. Düşüncelerimiz gitgide kısalıyor, çünkü çok bölünüyoruz."

Yazar Louis-Rene des Forets ise şöyle yazmış "Aşırı bolluğun verimlilik ile hiçbir ilgisi yoktur. Zihinlerimiz dışarıdan gelen gürültü patırtının boşluğunun kendilerini fazlasıyla doldurmasına izin verdikçe üretkenliklerini yitiriyorlar. Bu durumda da, doğal olarak, düşünmeye ve kendi içimize bakmaya çabaladığımızda, yani süreklilik içinde, sessizce, sakince kendi kendimize düşünmeye kalkıştığımızda, bunu nasıl yapacağımızı bilemiyoruz ya da hatırlayamıyoruz. Daha da kötüsü, bu alışkanlığı yitirmiş (ya da hiç edinememiş) olduğumuz için ortaya kaygılar, sıkıntı ya da sürekli dönüp duran kuruntular çıkıyor. Bunun üzerine de vakit kaybetmeden yeniden kendimizin dışına çıkıyor, içimizi rahatlatan o kargaşa ve zihnimizi dolduran şeylere geri dönüyoruz. Böylece genel bir iç dünya yetersizliği yaşıyoruz. Çünkü toplumumuzda içimize bakmamıza izin veren her şeyin eksikliği çekiliyor. Yetersiz kalıyoruz.

bottom of page